Günümüzde birçok meslek, teknolojik gelişmeler ve değişen sosyal yapılarla birlikte yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Ancak bazı mesleklerin kökenleri o kadar derin ki, onları yaşatmaya çalışan insanlar hâlâ var. Son yıllarda dikkat çeken bir örnek, uzun yıllar boyunca varlığını sürdürmüş olan, ancak günümüzde giderek azalan ‘zanaatkâr’ mesleğinin son temsilcisi olarak kabul edilen bir şahıs. Onun öyküsü, sadece bir mesleğin sonunu değil, aynı zamanda geleneksel değerlerin nasıl kaybolduğunu da gözler önüne seriyor.
Bir zamanlar toplumların temel yapı taşlarından biri olan zanaatkârlık, günümüzde hızla tükeniyor. Geçmişte ustaların genç çıraklarına bilgi ve becerilerini aktardıkları atölyelerde, el işçiliği ve zanaatkârlık üzerine pek çok insanın hayatı şekilleniyordu. Ancak tüketim toplumunun getirdiği seri üretim ve hızlı yaşam tarzı, bu değerli mesleği tehdit etmekte. Oysa ki zanaatkârlık, sadece bir iş değil, bir tutku ve sanattır. Son temsilcimiz, hayatı boyunca bu değerleri yaşatmaya ve geleceğe taşımaya çalıştı. Onun hikayesi, sadece kişisel bir mücadelenin değil, aynı zamanda bir kültürel mirasın korunup korunamayacağına dair de kaygıları taşıyor.
Ali Usta, 40 yılı aşkın süredir marangozluk yapıyor. Hemen herkesin ‘eskiden böyle değildi’ diyerek özlemle andığı günlerin son temsilcisi gibi. İyi bir usta, kalitesiz malzeme ile çalışmayı kabul etmeyen, tüm ürünlerinde sadece özgünlük arayan bir zanaatkâr. Ancak Ali Usta, günümüzde pek çok insanın bu ve benzeri zanaatleri, tehlikeli ve düşük gelirli işler olarak gördüğünü ifade ediyor. Bu algı, gençlerin mesleğe yönelmesini zorlaştırıyor. Peki, Ali Usta bu mesleği neden yaşatmaya çalışıyor? Onun için bu iş sadece bir gelir kaynağı değil; aynı zamanda bir yaşam tarzı, bir kimlik.
Bunun yanında, Ali Usta’nın karşılaştığı zorluklar da oldukça fazla. Artan maliyetler, ucuz ithal ürünlerle rekabet etme zorunluluğu ve belirsiz bir gelecekle yaşamak, mesleğini icra etme arzusunu zaman zaman zayıflatıyor. Ancak Ali Usta, bir ürettiği her ürünle birlikte, sadece kendini değil, aynı zamanda bir geleneği de yaşatmaya çalıştığını biliyor. Onun hikayesi, sadece bir bireyin mücadele etme azmini değil, aynı zamanda gelecekte hangi mesleklerin ayakta kalıp hangilerinin yok olacağı konusunda bir iç görü sunuyor.
Ali Usta, genç nesillerin zanaatkârlığı önemsemesi ve bu alana yönelmeleri için atölyelerinde düzenlediği atölye çalışmaları ile kendi tecrübelerini aktarmaya da çalışıyor. Onun amacı, sadece bir mesleğin son temsilcisi olmak değil, aynı zamanda bu sanatın kıymetini genç nesillere göstermek. Ancak, bu mesleği yaşatmak için yeterli ilginin olup olmadığı sorusu hala cevap bekliyor. Ali Usta’nın hikayesi, çok sayıda zanaatkârın bir araya gelerek oluşturduğu geniş bir geleceği temsil ediyor; bunun yanı sıra, unutulmaya yüz tutmuş zanaatların yeniden canlandırılmasına yönelik önemli bir örnek teşkil ediyor.
Sonuç olarak, Ali Usta’nın hayatı ve mücadelesi, sadece bir mesleğin geleceği değil, aynı zamanda geleneksel değerlerin korunup korunamayacağına dair derin bir soru işaretini taşıyor. Her gün zanaatkârlığın son temsilcisi olma duygusuyla uyanan Ali Usta, yaşamı boyunca yaklaşık 10 bin ürün üretmiş ve her birinde ruhunu, emeğini ve aşkını katmıştır. Ancak gelecek nesiller, bu mirası yaşatmak isterse, belki de bugün gençlerin zanaat sektörüne olan ilgisini arttıracak adımlar atılmalı ve bu değerli meslek, modern dünyanın yenilikçi yapısıyla harmanlanarak daha görünür hale getirilmelidir.
Geleceğe umutla bakan Ali Usta, mesleğinin son temsilcisi olarak, geçmişin değerlerini yaşatmaya devam ediyor. Belki de bu hikaye, yalnızca bir zanaatkârın değil, bir kültürün ayakta kalma mücadelesinin de hikayesidir. Gençlerin bu geleneksel zanaatlara olan ilgisinin yeniden canlanması ve bu mesleğin hayat bulması umuduyla, Ali Usta'nın hikayesi, ilham verici bir örnek olarak hatırlanacaktır.